NAGEHAN, ÖĞRETMEN PAÇASINA DALANLARA DAİR
Bu bağyan, yine böyle bir şeyler zırvalamıştı zamanın behrinde ve ben de bir şeyler karalamıştım bu bağyan için ya, dostlar pek bi öfkelendilerdi o vakit.
Bağyana değil ama bana!
Hayır arkadaşlarım zinhar İslamcı olmayıp Türk’e alerji duymazlar.
O yollu solculardan da değillerdir ki genetik ve sosyolojik kırıklıklarından mütevellit öyle hümanizma ayağına, Türk’e olan öfkelerini kussunlar.
Bölücü de değiller ki dış kapıdan evimizi gözleyip, bir punduna gelince, damımızı bacamızı yağmalayacak haine itlik etsinler.
Zaten öyle arkadaşım olmaz benim.
Bilakis Türk olmakla müftehir adamlardır her biri.
Ama işte bir kızdılar bana, bir kızdılar ki öyle böyle değil.
Oysa ben sevinirler, beni tebrik ederler, sağa sola atıp yazımı, benimle iftihar ederler sanmıştım ama nerde...
"Ama abi," dedim, "Bu ve mendebur eşi değil miydi, açılım sürecine tam destek verip, tasmasının ipi gavurda olan Barzani ile bölücü başına methiyeler dizen?"
"He!" dediler. Her birinin he’si öyle başka bir tonda ve farklı salise dilimlerinde çıktı ki sanırsın çok sesli koro kurmuşlar da konser veriyorlar. Birinin he’sinin e sesinin üzerine diğerinin he’sinin h sesi basıyor; biri bitirir bitirmez öbürü he diyor, bir başkası peşpeşe ve nefessiz bir kaç kere tekrar edip bütün he’lerin üstünde tepiniyor.
Zaten canım sıkılmış övgü beklerken yergi yemekten: "Ne o öyle her kafadan bir ses çıkıyor? Doğru düzgün cevap verin!" diye parlayıverdim hafiften.
Sustular.
Ben yine sordum: "Yahu kardeşlerim, canım ciğerim arkadaşlarım,
Bu bağyan kişi - bayan değil zinhar- ve o orman kaçkını herifi değil miydi, bankasından, kredi ayağına, milyon dolarlar alıp karşılığında F Tipi örgüte iltifatlar yağdıran, basında örgütün tetikçiliğini yapan,
Türk Ordusunun itibarını sıfırlayıp, şanlı ordumuzu güçsüz kılmak için kurulmuş Balyoz ve Ergenekon kumpaslarının basın ayağında aktif rol alıp, F Tipi savcılara övgüler yağdıran, peygamber ocağına hakaret eden?"
“He!” dediler yine.
Tek nefeste hep bir ağızdan ama bu kez. Türk Halk Müziği korosu gibiydiler. Kafaları, gözleri yarılmadı bu sefer, altta nefessiz kalmadılar, H de E de rahat ettiler.
Ben, "Eeee..."dedim.
Onlar, "Ne eee?" diye sordular.
"Yahu delirtmeyin adamı!" diye bağırdım, "Siz şimdi bu Türklük düşmanı, din iman arsızı, şöhret hırsızı bağyan için niye paralıyorsunuz beni?"
"Olsun" dediler hepsi. Son heceyi öyle uzatarak söylediler ki ağızlarından çıkan alelade bir kelime değildi, bir Dede Efendi bestesini usul usul terennüm ediyorlardı sanki.
Gözlerimi belerttim, vücudumu kastım ki alnımdaki ve boğazımdaki damarlar şişip ortaya çıksın, yüzüm kıpkırmızı olsun da korkularından bir şey diyemesinler, çok korkan bir ikisi de tornistan edip mevzudan, yazımı biraz övsünler.
Ama ne gezer?
Benim arkadaşlarım ve hatır saymak...
"Niye?" diye sormuştum sadece, hanımı büyük ikramiye çıkmış piyango biletini ceketiyle birlikte çamaşır makinesinde yıkayıp piç eden adamın şaşkınlığıyla.
Bir döküldüler ki ne dökülme...
Hani tanımasam, bana uyuz oluyorlarmış da fırsat bu fırsat deyip vurdukça vuruyorlar diyeceğim ama hepsi can ciğer arkadaşım: Bununla bir dal sigarayı paylaştığımız günleri say deseniz, sayamam. O kadar çok.
Şunu desen, pusuya düştüğüm bir vakit, beni kurtarmak için kavganın ortasına dalıp bir kamyon dolusu dayak yemişliği; kafasına ve karnına yediği tekmelerden sebep, üç gün yoğun bakımda bilinci kapalı yattıktan sonra gözünü açar açmaz, "Zeki iyi mi?" diye sormuşluğu vardır. O derece yani...
Ondan da şüphelenmem.
Küçük sayılamayacak bir paraya sıkıştığım bir zamandı. Ertesi gün ödemem var ama elde avuçta para yok. Daha borcunu iki ay önce kapattığı arabasını satmış, bir zarfın içinde getirip masama koymuştu parayı, "Senin itibarın bizim namusumuzdur!" diye. Durumumu düzelttikten sonra ödemek istemiştim borcumu, yemin billah edip almamıştı.
Ama şimdi...
Dostlarımdan sınırsız övgü beklerken bu öfke...
"Niye," demiştim, "Niye?". Kendilerine ikram edilen dutu reddeden bülbül edasıyla şakıyıverdiler:
Neymiş efendim, Hak hatırı dost hatırından üstünmüş de,
Dost acı söylermiş de,
Ben, nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirmişim de,
Neymiş efendim, yaptığım ayıp değil miymiş,
Niçin cevap vermiş mişim,
Bir Türk
Bir Müslüman
Ve bir öğretmen olmam hasebiyle bana hiç yakıştıramamışlar, vesaire, vesaire, vesaire...
O ana kadar hiç konuşmayan Bu, ceza sahasına süzülerek gelen bel hizasındaki topu vole ile ağlara göndermesi kat’i pivot santrafor edasıyla, "Bak birader," dedi, "Sana, zaman kötü, çok ortalıkta dolaşma. Bize ne söylenirse söylensin, sindiğin yerden çıkma, yerini belli edecek bir ses de çıkarma, diyen yok. Çalıyı dolaş diyen hiç yok. Ama birader, Türk her işmar eden yosmaya yüzünü döndürse namusumuz; her hırlayana kurşun atsa, düşmana atacak cephanemiz kalmazdı. Mademki silahın kalemindir senin, o halde bir yosma kalemin ucundaki tüy sallandı diye kalemini oynatmayacaksın!" demez mi?
Düşündüm taşındım, bana bu cevap mantıklı geldi.
Bundan sebep, " Bütün kuşlar bitti de Hacı Leylek mi kaldı?" diye sormayacağım bu bağyana.
Çok isterdim ama sırf bu yüzden işte, öğretmenler hakkında yazdığı baştan aşağı cehalet ve pespayelik dolu yazısına cevap vermeyecek, yeni bir isimle isimlendirmeyeceğim de onu.
F Tipinin Asyabank’ından, güya kredi namıyla ama geri ödenmemek üzere alınmış, yalakalığın bedeli o parayla aldıkları evde, zevciyle birlikte Türk’e ve Türk’ün öğretmenine duydukları kinde boğulsunlar da çirkefleri etrafa bulaşmasın. Hele senin pak üstüne o çamur hiç gelmesin.
Çünkü sen bu milletin aydınlık yüzü, yarınlara açılacak umut kapısının çilingirisin öğretmenim.
İşin olmaz senin kötüyle, çirkinle, yanlışla.
Çünkü sen, öğretensin iyiyi, güzeli ve doğruyu.
Üstünde durma, bu pespayeliklerin.
Onlar, senin tarafından gelecek olumsuz bir tepkiyi bile ödül sayan zavallılar.
Sen onlara vurursan isimleri anılacak, insanlar onları konuşacak.
Reklamın kötüsü olmaz mantığı hani.
Bu pespayenin de söylediğini dikkate alma ki hırsından kudursun.
Sen işine devam et öğretmenim.
Devam et ki Türk’ü yarına götürecek kervan yürüsün.